logo
Hamenei’nin ‘gaybet-i suğra’ replikası

Hamenei’nin ‘gaybet-i suğra’ replikası

Kenan Çamurcu

Literatüre vakıf olmayanlar için kısa bir açıklama önce: Başlıktaki “gaybet-i suğra”, yani küçük kayıp, Oniki İmamcı Şiilikte 12. imamın, Irak’ın Samarra şehrinde aile evinin mahzeninde kaybolduğu ve 4 naip aracılığıyla taraftarlarıyla haberleştiği dönemi tanımlıyor. Bu naipler ölünce “gaybet-i kübra”, yani büyük kayıp dönemi başladı. Çocuk imamın sözkonusu mahzende Abbasi ajanları ve askerleri tarafından bulunamaması, ama aracılarla görüşmesi ve mesajlarını iletmesine ilişkin mitolojik anlatının, mezhebin kanıtlanamayan olağanüstü hallere koşulsuz inanmaya açık yapısı nedeniyle ortalama dindar tarafından sorgulanmaması normal.

Bu öykünün hem Şia hadis usülü itibariyle, hem tarihsel olarak, hem de kelam ilmi bakımından geçersiz olduğuna ilişkin eleştirel epey çalışma var. Şii rivayet kaynaklarına göre Onikinci İmam olduğu iddia edilen çocuğun doğduğunu gören yok mesela. Annesinin hamile olduğuna tanıklık da. Sadece adı geçen dört aracının çocuk imamın yaşadığına dair iddiası var. Şia’da fakihin velayet hakkı meşruiyetini bu aracılıktan alıyor.

Şia tarihlerine göre Oniki İmamcı Şiilik 12. yüzyıla kadar Şia içinde gulat/aşırılıkçı görülen küçük bir gruptu. İranlı düşünür Abdulkerim Suruş, Ehl-i Beyt imamlarının kendi zamanlarında sadece temiz ve dindar alimler olarak görüldüğünü hatırlatıyor. Ne kendileri daha fazlasını iddia etti, ne de onların bağlıları böyle bir itikada sahip oldular. Suruş, “Bugün İran'da biz aşırı Şiileriz, yani aşırılık yanlısıyız.” diyor. Oniki İmamcı Şiilerin inanç manifestosu sayılan Ziyaret-i Camia-i Kebire isimli metinde “Yaratıkların rızkı onların [imamların] elindedir. Kıyamet günü dirildiğimizde onların huzuruna çıkacağız, hesabımızı onlar görecek.” deniyor. Suruş şöyle diyor: “Şiilik başlangıçta böyle değildi. Ilımlı bir akımdı. İmamlar dediğimiz insanlar dindar alimlerdi. Hem Şiiler hem de Sünniler bu kişilerin tertemiz, lekesiz insanlar olduğu konusunda hemfikirdi. Alimdiler ve sözlerini herkes kabul ederdi. Ancak onlara vahiy gelmesi, günahtan masumiyet, gayb ilmine sahip olmaları gibi şeyler Şiilikte yoktu.”

Hazret-i Hüseyin'in oğlu Ali'yi de (Zeynelabidin/İmam Seccad) görmüş ve İmam Ca'fer Sâdık'ın ashabından olan Eban b. Tağlib (ö. 758) Şiîliği şöyle tarif etmişti: “İnsanlar Allah Rasülü'nden gelen şeyden ihtilafa düştüğünde Ali'nin sözünü almak. Ali'den gelenden ihtilafa düşüldüğünde de Ca'fer b. Muhammed'in [Ca'fer-i Sâdık] sözünü almak.” (Necaşî. ö. 1058. Ricalu'n-Necaşî. 1997: 12).

Yani Ehl-i Beyt mezhebinden olmak için Oniki İmamcı olmak gerekmiyor. Hele İran'daki resmi Şiilikten olmak hiç gerekmez. Hazret-i Ali’nin Peygambere vasiliği ve velayetine tâbi olmanın tek muteber gereği de Oniki İmamcı Şiliiğin kelamı değil.

Suruş, İmam Cafer Sadık’ın Ebu Bekir'in torunu olduğunu, kızına Aişe adını verdiğini, Hz. Ali’nin çocuklarının adlarının Ebu Bekir ve Ömer olduğunu hatırlatıyor. İlginç bir de anısı var: “Bir arkadaşımız bir hocanın vaazını dinliyormuş. Hoca diyormuş ki, ‘Müminlerden biri İmam Musa Kazım'ın yanına gitti ama İmam ona ilgi göstermedi. Adam dedi ki: Efendim, ben sizin müridiniz ve dostunuzum, neden bana ilgi göstermiyorsunuz. İmam dedi ki: Çünkü sen kısa süre önce bir kız çocuğu sahibi oldun ve kızının adını Aişe koydun.’ Tarih okumuş bu arkadaşımız hocaya demiş ki: ‘Siz de biliyorsunuz, İmam Musa Kazım'ın Aişe adında kızı vardı.’ Hoca çok kızmış, toplantının sonuna kadar onunla konuşmamış.”

Oniki İmamcı Şiiliğin fıkhının Sünni fıkıhlara benzemesinin sebebi, diğer Şiiliklere üstünlük sağlayabilmek için çoğunluktaki (âmme) Müslümanlıktan onay alma çabası olabilir. Hamenei’nin “direniş ekseni” tabelası altında izlediği strateji de buydu aslında. Hamenei’nin “direniş ekseni”ni bir tür Şii NATO olarak kurduğu varsayımı doğru olmakla birlikte asıl, Sünni çoğunluğun onayını alarak Şiilikler arasında yayılmaya dönük bir askeri doktrindi onunki. Bunun en etkili yolu da Sünnilikteki antisemitik İsrail karşıtlığını kullanmak ve “Filistin davası”nın bayraktarı olmaktı. Değilse İran’la sınırı olmayan İsrail’i yoketmeye bütün kaynakları harcamanın başka makul bir açıklaması var mı?

Oniki İmamcı Şiilikteki psiko-politik yanı başka bir yazıda etraflıca ele alacağım için bu kadarıyla yetinelim ve konumuza dönelim.

Saddam çukurda yakalandı”

13 Haziran 2025 Cuma sabahı 03:00’te İsrail hava saldırısının ilk dalgası başladığı an Hamenei’nin bilinmeyen bir yerde sığınağa girdiği biliniyor. Spekülasyonlar artarken “Hamenei’nin eserlerini yayınlama kurumu”nun başkanı, devlet televizyonundaki röportajında, halkın lider konusunda merak ve endişe içinde olduğu, bu yönde çok sayıda mesaj geldiği söylendiğinde “düşmanın halkın kaygılanması için büyük çaba sarfettiği”ni öne sürdü ve Hamenei için dua istedi. Bu sözler taraftar tribününde endişe ve belirsizliği daha da artırdı.

Gerçi Hamenei neredeyse 10 yıldır halkın arasına çıkmıyor. Steril kampüsünde güvenlik taramasından geçirilmiş garantili ziyaretçilere konuşma yapıyor sadece. Benim de katıldığım dar katılımlı ziyaret programında İslam dünyasından seçkin isimler bulumasına rağmen birkaç kademeli sıkı güvenlik taramalarından geçmiştik. Havaalanı güvenlik protokolünden katbekat daha fazla sık elemeli bir uygulamaydı.

Buna rağmen 36 yıllık iktidarında ilk kez kendi kampüsünde bile Muharrem/Aşura törenine katılıp katılmayacağı belli değildi. Rejimin ekabiri ve eşrafı, aniden çıkıp geleceği inancıyla tam kadro onun Hüseyniyesinde toplandı, fotoğraflara girmeye özen gösterdi. Beyt’in resmi fotoğrafçıları, post-Hamenei dönem için hangi fraksiyonun tarafını tutuyorsa onun simgesel ismini öne çıkarmaya dikkat ederek pozladılar makinelerini. Törenin bir anında sürpriz biçimde ortaya çıktı Hamenei. Hüseyniye’de toplananlar 12 günlük savaşın yarattığı yıkımın ardından iki haftadan uzun süredir görmedikleri liderin zuhuruyla teselli bulmanın coşkusu içindeydi.

Dışişleri Bakanı Arakçi, Bricks toplantısı için bulunduğu Brezilya’dan gönderdiği mesajında Hamenei’nin kısa süreliğine de olsa ortaya çıkmasından duyduğu şaşkınlığı gizlemedi: “Brezilya’ya vardıktan sonra gördüğüm en güzel fotoğraf.”

Gaybet-i suğra sona mı erdi, yoksa Hamenei yeniden sığınaklardaki yaşamına mı dönecek henüz belli değil.

Hamenei’nin savaş bitmesine rağmen neden gün yüzüne çıkmadığını kimse bilmiyor. Beyt’in bürokratları veya başka ünlü isimlerin sanki durumdan haberdarmış gibi konuşması, Samarra’da mahzende kaybolduğu iddia edilen çocuk imama sözcülük yapmış râvilerin güvenilirliği kadar. Çünkü çok iyi biliniyor ki Hamenei, saklandığı ve sıkça değiştirdiği yerlerde kimseyle irtibat kurmuyor. O ortamlarda dijital ve frekanslı hiçbir cihaz kullanılmıyor. Yani kimse onun durumundan haberdar değil. Kuryeler ne anlatıyorsa onu biliyorlar ve bu kadarcık bilgiyi köpürterek mikrofonlarda anlatıyorlar da anlatıyorlar. Aslında mevcut kriz ve kaosu kendilerini en öne fırlatacak fırsat olarak azami derecede değerlendiriyorlar.

Hamenei’nin “gaybet” döneminde dışarıyla hiçbir teması olmadığı konuşulurken Sipah’ın eski komutanı Muhsin Rızai, kameralara Hamenei’nin 12 günlük savaşı bizzat yönettiğini söyledi. Hatta orada da kalmadı, bu savaşı Saddam’la yapılan savaşla kıyasladı ve Humeyni’nin yaşlılığı nedeniyle Irak’la savaşta aracı bir komutan görevlendirdiğini ve bunun sorun yarattığını söyleyerek Hamenei’yi Humeyni’nin üstüne çıkardı. Oysa Rızai’nin “çok yaşlıydı” dediği Humeyni savaş başladığında 80 yaşındaydı, bittiğinde 88 yaşına gelmişti. Hamenei şu an 86 yaşında.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmayı da deneyen Rızai’nin Hamenei sonrasında kendisine yüksek bir pozisyon düşündüğü için hayali menkıbeler anlattığı anlaşılıyor. Trump’ın saldırısından önce demişti ki mesela: “Amerika saldırırsa size söz veriyorum, ilk haftada 1000 Amerikalıyı esir alacağız ve her biri için birkaç milyar dolar verecekler.” Rızai’nin bu üfürmesiyle dalga geçen muhalif molla Muhammed Rinani, X gönderisinde demiş ki: “Ekonomi ve askeri işler karıştığında ortaya öyle bir aş çıkıyor ki sorma. Bu asker ekonomist birkaç milyar doların kaç para olduğundan habersiz. Ayrıca 1000 Amerikalıyı mı esir alacağız? Rakamların canını çıkarmış.”

Bunlar bir yana, sosyal medyada, Saddam bir çukurda yakalandığında Hamenei’nin yaptığı konuşma milyonlarca izlendi ve paylaşıldı: “Dünya tarihi ibretlerle dolu. Zalim, kibirli, yıkıcı Saddam şimdi ne durumda. Bir çukurda yaşamak zorunda kaldı. Pis ve utanç verici canını kurtarmak için her türlü yüz kızartıcı işi yapmaya hazır.” İranlılar sosyal medyada yayınlanan görüntülü ve yazılı binlerce mesajda Hamenei’nin de Saddam gibi çukurda saklandığını ve er geç yakalanacağını söylüyor. Aralarında yüzünü ve sesini gizlemeye gerek duymayanlar da var. İsrail karşısında ağır hezimet yaşayan rejim intikamını muhaliflerden almaya başlamasına rağmen korku duvarı aşılmış görünüyor.

Sipah’ın eski mensuplarından Kasım Muhammedi, “Düne kadar başkalarını ev hapsinde tutuyordu, şimdi kendisini” mesajını yazdıÇarpıcı tabii ki. Kastettiği, 2009’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmış eski başbakan Mir Hüseyin Musevi’ye darbe yapılarak cumhurbaşkanlığının engellenmesi üzerine başlayan protestolar gerekçesiyle Musevi’nin cezaevine dönüştürülmüş bir evde eşiyle birlikte hapsedilmesi. Hamenei’nin talimatıyla, mahkemesiz, sorgusuz sualsiz. Hâlâ hapisler. 16 yıldır.

Hamenei’nin suikast anksiyetesi

İran devriminin önemli isimlerinden Muhsin Sazgara, iki gün önce verdiği röportajda Hamenei’nin ateşkesten sonra da sığınaktan çıkmamasını ya öldüğüne ya da İsraillilerin suikastine uğramaktan korktuğu ağır anksiyetesine bağlamıştı. Sazgara, 1979 devrimi olurken Paris’te Humeyni ile yakın çalışan ve devrim hükümetlerinde üst düzey görev almış tarih doktoru ve siyasetçi. Devrimi korumak için halk savunma gücü olarak tasarlanan Sipah’ın da kurucularından. Hamenei döneminde birkaç kez hapis yattıktan sonra geçirdiği kalp krizi ve sağlık sorunları nedeniyle serbest bırakılınca Amerika’ya hicret etmiş. 1994’te Abdulkerim Suruş’u İstanbul’da bir konferans için davet ettiğimde onun refakatçisiydi. Misafirimiz oldukları süre boyunca İran, devrim ve bölge üzerine uzun sohbetler yapmıştık. Analizleri oldukça iyiydi. Ciddi bir bilim insanı ve iyi bir politikacı. 1997’de İran’a seyahatimde bu kez o beni, bakan yardımcısıyken Hazar kıyısında çalışanlar için yaptırdığı tatil köyünde ağırlamıştı.

Sazgara, ateşkes ilan edilmiş olmasına rağmen İsraillilerin gölge savaşı yürüttüğünü ve avcıların ellerindeki suikast listesinin peşine düştüğünü belirtiyor. Bu yüzden Hamenei’nin kimseye güvenmediğini söyleyen Sazgara, ölümünden sonra kendi yerine geçmesini istediği veliaht oğlu Mücteba’nın da ayrı bir yerde tutulduğunu aktarıyor içeriden bilgilerle.

Sazgara’nın değerlendirmesi şöyle: “İslam Cumhuriyeti’nin liderliği darmadağın. Sipah’ın üst düzey komutanlarının öldürülmesinin ardından halefin halefi olmuş yeni komutanlar liyakatsiz ve yeteneksiz. Elektronik aletleri tamamen bırakmış durumdalar ve kuryeyle iletişim kuruyorlar. Hamenei 17 veya daha fazla sığınıkta sürekli yer değiştiriyor. Bu haldeyken ve kuryeyle iletişim kurarken ülkenin yönetildiği nasıl düşünülebilir. Hamenei, karar vermek için kuryenin gelmesini beklemek zorunda. Şu an kaotik bir durum var. Buna rağmen yetkililer kenara çekilmeyi kabul etmiyor ve ülke adım adım çöküşe doğru gidiyor.”

Tehran’da Hamenei’ye darbe seçeneği

İsrail’in yavaş adımlarla ama kararlılıkla ilerleyen Hamas, Hizbullah, Suriye ve İran operasyonları Tehran mahreçli radikalizmin ruhuna fatiha okunacak pik seviyesine ulaştı. Yemen’de Husi kabilesini hesaba katmak gerekmez. Orasının Kudüs Gücü’nün füze rampasından ibaret olduğunu daha önce yazmıştım.

İsrail’in savaş planının İran’ın nükleer kapasitesini durdurmak ve füze rampalarını imha etmekle sınırlı olmadığı anlaşılıyor. Tehran’daki siyasi rejim değişmeden operasyon tamamlanmış olmayacak. Tel Aviv’in bu amaçla her yolu deneyeceği belli. İsrailliler, halk ayaklanması ya da sistem içi darbeyle İsrail’e düşmanlık gütmeyecek bir hükümetin göreve gelmesini destekliyor. Mevcut rejimin devam edemeyeceği kesinleştiğinden sistemin muhtelif aktörleri ve diasporadaki İranlı muhalifler yeni devrimin oyuncusu olmak için yoğun aktivite içinde.

Amerika’da mukim Şehzade Rıza Pehlevi çok istekli olsa da, hatta Pehlevi soyadını kullanmayı bırakıp kendine “Cavit Şah” dese de İran’ın sosyolojik denklemleri içinde kendine yer bulması imkansız görünüyor. O da bunun farkında olduğu için Amerika’da oluşturulmuş “geçiş konseyi”nin üyesi olmakla yetiniyor. Gerçi İsrail’in saldırı dalgalarıyla İran rejimi nefes alamaz hale geldiği sırada Humeyni’nin yolunu izleyip soluğu Paris’te aldı ve ülkeye lider yapılmayı bekledi bir süre. Fakat umduğunu bulamayınca tekrar Amerika’ya döndü.

Saltanatçılık İran halkının geride bıraktığı ve aştığı evre İran tarihinde. Bizdeki tuhaf ve anakronik dinselliğin kutsadığı türden saltanat olmasa da ve seküler mahiyetine rağmen anayasal monarşiye irtica olacak iş değil yani. Dolasıyla değişim, 1979 devrimini milat alan aktörlerle olacak. Hapisteki lider Mir Hüseyin Musevi bu nedenle 2009’dan bu yana “devrimin bağımsızlık, özgürlük, cumhuriyet ilkelerine dönüş” şiarıyla radikal değişimi savunuyor ve İslam Cumhuriyeti’nde reform aşamasının çoktan geçildiğini söylüyor.

Rejimin iç çelişkilerinin arttığını düşündüren emareler var. Mesela başkomutan Hamenei'nin yardımcısı general Yahya Safevi ve Sipah'ın görevden alınmış eski komutanı (kültür karargahının başına geçirildi) Muhammed Ali Caferi savaş sırasında bir tek mesaj yayınlamamış. Caferi, 2009 protestolarında Kasım Süleymani’ye bağlı militer ve paramiliter silahlı güçlerin protestoculara saldırdığını ifşa eden general. Över gibi yaparak tabii ki

Sipah'ın medyasından Tesnim, savaşın en hararetli anında bir uyarı yapmıştı: “Bazı sicili bozuk ve şaibeli isimler araya Kum ulemasını da sokarak İsrail'e teslim olmayı gündeme getirecek. Bu işin sözcülüğünü de ülkenin eski bir yetkilisine yaptıracaklar. O yetkili henüz onların talebine cevap vermedi.” Tesnim daha sonra bu haberi kaldırdı.

Tesnim’in “sicili bozuk ve şaibeli” dediği isimlerin Laricani kardeşler olduğu düşünülüyor. Abi Ali Laricani eski Meclis başkanı. Molla olan kardeşi Sadık Laricani de eski yargı başkanı. Sadık Laricani’yi 1996’da Erdoğan’ın İBB’si zamanında düzenlediğimiz “İslam ve Modernizm” sempozyumuna davet etmiştim. O zaman resmi görevi yoktu. Fazlurrahman ve İslam modernizmi üzerine ilginç bir bildiri sunmuştu.

Tesnim’in, devleti yönetmiş bir kişinin Kum ulemasını da araya sokarak Hamenei'ye teslim olmasını önereceği iddiasında adı geçen kişinin Ahmedinejad olduğu ve Hamenei'ye sadık kadroların elimine edildiği koşulda darbeye hazırlandığı öne sürüldü.

Ahmedinejad, cumhuriyet tarihinin en komplike politikacısı. Zeki, örgütçü, makro ve uzun vadeli hesap kitapta uzman. Hamenei onu dışladığı ve gözden düştüğünde pençelerini göstermekten çekinmedi. 2009 protestolarını kastederek, toplumsal olaylara askeri müdahaleye bahane oluşturmak için cezaevlerindeki âdi suçluların kullanıldığını, bunların ortalığı yakıp yıktığını ifşa etti ve rejime geri adım attırdı. Ahmedinejad, ifşaatında, Suriye’de öldürülen Sipah generali Hüseyin Hemedani’nin, âdi suçlulardan oluşturduğu milislere, göstericilere saldırma ve dükkanları yakma görevi vermesini zekice strateji olarak övdüğü konuşmasına atıfta bulunmuştu. Cumhurbaşkanlığı dönemindeki etkin kadrolaşma sayesinde Sipah içinde ve bürokraside nüfuzunun hâlâ devam ettiği biliniyor.

Kısa süre önce devlet televizyonunda fotoğrafı İsrail saldırılarında ölen generallerin arasına asılarak anısına program yapılan Kudüs Gücü komutanı İsmail Kaani ateşkesle birlikte Tehran’da ortaya çıkıverdi. “Halkın arasında” mizanseni tertipledi PR ekibi

Sonu gelmez muammalardan biri de Kaani meselesi. Nasrallah öldürülürken Lübnan’daydı. Tehran’da Sipah komutanı ve Ordu’nun genelkurmay başkanı kuvvet komutanlarıyla ve ikinci, üçüncü dereceden generallerle toplantı halindeyken öldürüldüğünde o neredeydi? Niye toplantıda sadece Kaani yoktu? Soruların cevabı bilinmiyor. Hamenei'ye darbe söylentisinde adı geçenlerden biri de o.

İdeolojik çürümenin İsrail karşısındaki hezimeti

Mossad, Tehran’ın göbeğinde İran’ın bütün istihbaratlarından habersiz SİHA üssü kurarken rejim, metro çıkışında başı açık veya beğenilmeyen tarzda örtülü kadınlara eziyet etmeyi en önemli meselesi yapmıştı.Örtü muhafızları kadınlara hayatı zehir etmek üzere hassasiyetle vaziyet almışken kuvvet komutanlarına ve üst düzey generallere suikastler düzenleyecek dron fabrikası burunlarının dibinde harıl harıl çalışıyordu.

Rejimin İsrail karşısındaki çaresizliği tam bir ideolojik çürüme hali. İran topraklarında savaş sürerken Milli Güvenlik Kurulu bir kez bile toplanamadı. Böyle göstergeleri rejimin kontrolü kaybettiğine yoran analizler haksız sayılmaz. İranlı radikaller ve onların muhakemesiz hayranlarının İsrail'e hezimet yaşatıldığı propagandası komik.

İsrail saldırısından kısa bir süre önce Hamenei, “Ne müzakereye oturacağız ne de savaş olacak” diye kestirip atmıştı. Başka üst düzey isimler, İsrail bir yana, Amerika’nın bile İran’a saldırmaya cesaret edemeyeceğini müstehzi mimiklerle anlatıyordu medyada.

11 Eylül 2001 saldırıları hakkında konuşan Hamenei şöyle diyordu“Amerika’nın liderleri, Amerikan başkanı, yardımcısı ve üst düzey yetkililerinin hiçbirinin iki üç gün olan bitenden haberi yoktu. Ortadan kayboldular. Biz böyle değiliz. Allah korusun, bu millet acı bir tecrübeyle imtihan olursa bizzat kendimiz, savaş giysilerimizi kuşanır, milletin önüne geçer ve fedakarlığa hazır oluruz.” İsrail saldırısı başladığında Hamenei’nin herkesten önce sığınağa kaçması epey alay konusu oluyor bu video eşliğinde.

2020’de Tehran üzerinde 176 yolcunun hayatını kaybettiği Ukrayna yolcu uçağını düşüren Sipah Hava ve Uzay Kuvvetleri’nin Komutanı Emir Ali Hacızade kimsenin İran’a saldırmaya cüret edemeyeceğinin garantisini veriyordu. İsrail’in ilk saldırı dalgasında öldürülenlerden biri de o idi. Hamenei’nin en yakın danışmanı, eski MGK Sekreteri Ali Şemhani İran’da hiçbir yetkiliye suikast düzenleyecek güvenlik tehdidi olmadığını iddia ediyor, Sipah komutanı Selami de “İranlıların saçının bir tek teli koparsa dünyayı başınıza yıkarız” diyordu. Liste uzuyor. İsrail hepsini ilk saldırı dalgasında öldürdü. Tehran’ın, komuta kademesinin ilk sırasında 20’nin üzerinde generalini bu kadar hızlı kaybetmesi İranlılar için olduğu kadar dünya için de sürprizdi. Şaşkınlık uyandırdı haliyle. İsrail’in üstün yeteneğine mi yorulsun, İran’ın büyük zaafına mı bilinemiyor.

Bir ülkenin genelkurmay başkanının, Sipah komutanının, kuvvet komutanlarının, üst düzey generallerin öldürülmesi ağır travmadır, ama Tehran rejimi, Sipah ve Ordu’nun genel komutanı ve ikinci adamların tamamının öldürülmesini önemsizleştiriyor. Hiç üzerinde durmuyor. Kudüs Gücü komutanı Kaani’nin öldürüldüğü haberi İran medyasında satır arasında geçiştirildi. Ateşkes ilan edildiğinde Kaani Tehran’da ortaya çıktı, yine haber olmadı.

Sipah’ın ana karargahı dahil, bütün birliklerinin ve binaların kullanılmaz hale getirilmesi, ordunun stratejik önemdeki bütün merkez ve mekanlarının imha edilmesi, nükleer tesislerin, silah depolarının, füze depolarının, helikopter ve savaş uçaklarının vurulması üzerinde durmuyor yetkililer. Çünkü rejime muhalif ve tepkili halkın gözüne güçsüz düşmüş görünmek istemiyorlar. Halbuki İran’ın askeri arşivi, gizli belgeler, harekat planları, yani militer hafızası ve hareket kabiliyeti imha edildi. Buluta yüklenmiş dijital belgelerden başka ellerinde doğru dürüst bir şey kalmadı. Buluttaki belgeleri de İsrail kolayca hackliyor. Komutanların toplantı yapacağı bina kalmadı. Zaten suikast ve vurulma endişesiyle toplantı bile yapmıyorlar.

İran dışişleri bakanı Arakçi, “Amerika'nın suratına şamar patlattık”, “İsrail'e toparlanamayacağı yıkım yaşattık” laflarını tekrarladıktan sonra Avrupalılarla görüşmeye “onurlu bir şekilde kara yoluyla gittim” dedi. Hava sahasını İsrail kapatmıştı çünkü. Ta Meşhed semalarında elini kolunu sallayarak dolaşıyordu İsrail jetleri. https://x.com/Kenancamurcu/status/1936334806372983284 Ne hava savunma sistemi, ne İran savaş uçağı vardı karşısında. Savunmasız protestoculara parmak sallayan Cuma hutbeleri yok, kaşları çatık mollalar, Hamenei, ordu ortada yok, ama bol miktarda medyatik hamaset var.

12 gün savaşında doğruların öyküsü

Tehran neden Ben Gurion havaalanını vurmadı? Askeri tesisler, Hayfa limanı, karargahlar? İsrail’in nükleer tesisleri İran’ınkiler gibi yerin bilmem kaç metre altında değil, aleni açık bilinen görünür yerlerde, neden onları vurmadı İran füzeleri? Sadece sivil yerleşim yerlerini, çarşı pazarı vurdu? Ya füze kabiliyetsizliğinden ya da savaşı büyütmek istemediğinden.

İran rejiminin İsrail’in hava akınlarına cevaben fırlattığı füzeler hıçkırık misali. 7 Ekim’in yıldönümü yaklaşırken Gazze’den Hamas’ın, Dahiye’den de Hizbullah’ın fırlattıkları gibi. Geri sayım devam ettikçe ve füze rampaları imha edildikçe İran’ın fırlattığı füzelerin de sayısı azalacak ve nihayet son bulacak. Buna mukabil İsrail’de yaşanan ise İsraillilerin maliyet hesabına dahil bir yıkım.

Askeri tarihte en acaip savaş, sınırı olmayan iki ülke İsrail ve İran’ın savaşı olabilir. İsrail’in savaş gerekçesi nispeten anlaşılabilir. İran’ın, askeri, mali ve siyasi gücünü İsrail’i haritadan silmek için kullandığını, bu amaçla askeri kapasitesini artırdığını ve nükleer silah edinmeye çalıştığını, dolayısıyla varoluş hakkını savunmak için İran’a saldırdığını öne sürüyor. Hamenei rejiminin İsrail’i yoketmek istediği doğru, bunu açıkça söylüyorlar. Bu amaçla vekil güçleri İsrail’e saldırttığı, yıllık 6 milyar dolara yakın parayı İsrail’le savaşan veya savaşmaya hazırlanan örgütlere tahsis ettiği, ülkelerde İsrail aleyhinde propaganda yapan gruplara kaynak aktardığı vs., hepsi doğru. Yani BM üyesi egemen bir ülke olarak İsrail’in elinde sağlam kanıtlar yeterli sayıda var.

İran’ın İsrail karşıtlığı ise sadece ideolojik. Tehran, İsrail’in Filistin’i işgal ettiğini ve Kudüs’ün geri alınacağını savunan fazlasıyla romantik bir davanın peşinde kaynaklarını tüketti yıllarca. Meddahlar (profesyonel övgücüler), Hamenei’nin hazır bulunduğu meclislerde Ömer mescidinde (onlar Mescid-i Aksa diyor) muzaffer fatih olarak namaz kılacağını haykırıyor, Hamenei de gururla bu övgüleri dinliyor ve başını sallayarak onaylıyor.

Semitik olmayan İran'ın, semitik İsraillilere tarihsel destek ve himaye sicilini bozan İslam Cumhuriyeti, İsrail'in, semitik Arap kuzenlerini İran'a karşı örgütlemeyi başarmasıyla baştan beri yanlış kararının bedelini İran halkına ağır biçimde ödetiyor. Fakat halkın bu bedeli rejime fatura edeceği, her defasında artan şiddet ve güç kullanımıyla bastırılabilen müteaddid ayaklanmalarla kanıtlandı.

İsrail’in “ayağa kalkan aslan” operasyonu, moral ve ahlaki enerjisini zaten kaybetmiş ve çöküş sürecine girmiş siyasi rejimin zor aygıtlarını ve kaba gücünü imha etmekle tabuta son çiviyi çakmış oldu. İsrail’in askeri harekatını reddeden entelektüeller, sanatçılar ve siyasetçiler istibdadın meşruiyetini kaybettiği ve yıkılmanın eşiğinde olduğu sırada yabancı gücün doğal akışa müdahale etmesinin yeni ve temiz başlangıca sadece zarar verdiğini düşünüyor. İsrailliler de atom bombası yapmasına ramak kalmış radikal rejimin daha fazla kendi haline bırakılamayacağı teziyle savunuyor kendini. Hamenei atom bombası yapılmayacağına yeminler etse de nükleer tesislerin neden yerin yetmiş, seksen, yüz metre altına inşa edildiğini sorarak.

İranlılar, rejimin İsrail karşısında varlık gösterememekle birlikte halkın sokağa çıkması halinde kıyım ve katliam tepkisi verebilecek mecalde olduğunu öngördüğü için sivil direniş başlamıyor. Muhtemelen rejim güçleriyle sokak çatışmalarıyla başlayacak süreçteki peşrevde geriye ne kaldığını iyice tarttıktan sonra harekete geçecekler.

İsrail saldırılarının ilk saatinde saklanan ve hâlâ ortaya çıkmayan Hamenei, İsrail karşısında hezimete uğramasının acısını halktan çıkarıyor. Rejimin zayıfladığı imajını düzeltmek için başta Kürtler, seri idamlarla gözdağı veriyor. İslam Cumhuriyeti her türlü dezenformasyonu yapabiliyorken sosyal medyada “Bu, İsrail ile rejimin savaşı” denildiğinde Mossad ajanı olmakla suçlanıyor insanlar. Mesela sıradan ve ortalama bir İranlı olarak Muhammed Emin Mehdevi “İran aleyhinde psikolojik ve medyatik operasyon” suçlamasıyla idam edildi. Rejimin maaşlı milisleri de İsrail’in saldırıları sırasında bombalardan kaçan halkı durdurdu yollarda, saatlerce aradı, bezdirdi, yıldırdı. Amaç İsrail’le savaşmak değil belli ki, rejimin takati kalmadığı bir anda halkın ayaklanmasından korkuyorlar ve buna ön alıyorlar.

Tehran'ın önceden haber verip Trump’ın teşekkür ve takdirini alarak Katar'daki ABD üssünün boşaltılmış bölümünü vurması İran halkının gayet iyi anladığı mizansen. Rejimin, muhalif çoğunluğu korkutmak ve caydırmak için bu gösteriyi yaptığını biliyorlar. Tehran’a egemen mutlak velayet-i fakih rejiminin birinci derecede düşmanının Amerika ya da İsrail değil, halk olduğu çok açık ve net.

08 Jul 2025

0 Yorum